Mynk İle Röportaj – Dünyadan Türk kahvesine yolculuk. Almanya da faaliyet gösteren kahve aşkına diyerek dünyada çiftlik çiftlik dolaşıp işin çekirdeğinden fincanına yol alan iki arkadaşın kurduğu MYNK ile çok keyifli ve harika bir röportaj gerçekleştirdik. Kuruculardan Mine Hanım bize yaşadıklarını Türk Kahvesi ile olan hikâyesini ve büyüleyici maceralarından bahsetti. Gelin hep beraber dünyadan Türk kahvesine uzanan bu yolculuğu dinleyelim…
MYNK İsmi Nereden Geliyor?
Kahve seyahatine çıktığımızda kendimizi “Travelmacchiato” olarak tanıtıyorduk. Site ve sosyal medya üzerinden dünyayı gezerken yaşadıklarımızı ve öğrendiklerimizi paylaşıyorduk.
Bu süreçten bir buçuk sene sonra kendi kahve şirketimizi kurma kararı aldık. Bize daha çok uyabilecek ve marka ismi olmaya uygun bir isim aramaya başladık. İçinde sanatı ve kahve kültürünü dâhil edebileceğimiz bir isim oluşturmak istedik.
Daha sonra bir kahve markası kurmaya karar verdiğimizde MYNK adının şirketimize daha uygun olacağını düşündük. MYNK isminin özel bir anlamı var aslında, sadece biz bunun sırrını başka bir zamanda açıklamak isteriz ;). Kahve şirketimizi kurmadan önce birkaç isim vardı aklımızda, ama bu isme içimiz çok ısındı. Bu arada M Y N K olarak değil de MYNK’ün ‘’ye’si bu şekilde okunuyor: ‘’As [ɪ]: in a closedsyllablewithoutstressandwithstress as in myth.’’ (https://en.wikipedia.org/wiki/Y)
Kahve İle Olan Yolculuğunuz Nasıl Başladı?
Maria ve ben çok uzun zamandır tanışıyoruz. Ben küçükken ailem kahve içmeme izin vermiyordu. Okul zamanında geceleri geç yatağa gittiğim için gündüzleri çok uykum geliyordu. Bir sınav öncesi Maria’ya çok yorgun olduğumu ve muhtemelen sınavda odaklanma seviyemin düşeceğini söyledim.
Maria kahve içmemi teklif etti ve o sınavı ve günü yüksek enerji ile geçirdim: etkisine o gün bugün hayran kaldım. Maria’nın bana kahve vermesi ile beraber bu yolculuğumuz başladı. Aradan yıllar geçtikten sonra bu benim için bir tutkuya dönüştü.
Okullarımız bittikten sonra biz doktor ve restoratör olarak iş başı yaptık ve yoğun çalışma saatlerimizde kahve ile ayık kaldık ve motivasyonu bu şekilde yüksek tuttuk: ‘’coffeeenthusiast’’ (kahve meraklısı-kahve aşığı) olmuştuk.
Zaman geçtikçe Maria bir hayalı uluştu: dünyayı gezmek istedi. Maria bana dünyayı gezme teklifi etti ve benim ilk cevabım beklenilenin aksine “kesinlikle hayır oldu“. Çok yoğun bir çalışma süresindeydim ve restorasyon bölümünde baş proje yöneticisi olarak çalışıyordum ve aynı zamanda uzmanlık dergilerinde ve konferanslarında yer alıyordum. Bu süreçte ben başka bir yere gidemezdim.
Aynı zamanda Maria hastanede edindiği tecrübelerde bir şeyi çok genç bir yaşta anlaması gerekiyordu: Hayat çok kısa ve bir sürü insan çok genç hastalanabiliyor. Hayallerimizi ertelememiz gerektiğini söyledi ve yarın ne olacağını bir Allah bilir düşüncesi ile bir kaç kararda bulunduk.
Aradan iki sene geçtikten sonra başka bir şirkete geçiş yapmak istiyordum. Başka bir ülkeye taşınıp Doktoramı yapmaya planlamıştım. Ama aslında bunu bir senelik erteleyebilirim diye düşünüp Maria’ya hazır olduğumu ve artık bir yolculuğa çıkabileceğimizi söyledim. Fakat bir şartım olduğunu söyledim. Şartım olarak bu gezinin bir hedefinin olmasını ve ortak bir noktası olması gerektiğini söyledim.
İkimiz biraz ‘’Nerd’’ karakterde insanlarız. Araştırmayı ve öğrenmeyi seven kişileriz. Aslında okulu bitirdiğim zaman barista olmak istiyordum. Çalışmak için değil ama kendime daha iyi kahveler yapabilmek için. Çalıştığım süreçte böyle bir imkânım olmamıştı iş yoğunluğundan dolayı. Nasıl olabileceğimi de bilmiyordum kurslar vardı ama aşırı pahalı ve yetersiz diye düşünüyordum.
Beraber aldığımız bir karar ile bir sene boyunca “kahve kültürünü ve kahveyi keşfetme” kararını aldık. Bu yolculuğa çıkmadan aklımızda kendi yerimizi açma fikri de doğmuş̧ oldu. Bu seyahatte edindiğimiz bilgiler ile konseptimizi ve tarzımızı oluşturmaya karar verdik.
Bu Seyahat Sürecinde Neler Yaşadınız?
Aslında hepsini anlatamayacağım kadar çok şey yaşadık. Kahve üretimin çok zor olduğunu bire bir anladık. Aile ve endüstriyel şekildeki üretimleri gördük ve farklarını daha iyi anlamaya başladık. Bütün çiftçilerin aynı şekilde kazanamadığını ve çok zor bir süreç olduğuna şahit olduk. Çiftliklerde kahvenin nasıl hasat edilebileceğini, hasata uygun olanların nasıl ayırt edilebileceğini ve bunun ne kadar zor olduğunu öğrenmiş olduk.
Nitelikli bir kahve için tamamen olgunlaşmış̧ hasar görmemiş̧ ve en özellerin nasıl seçildiğini öğrendik. Bu hasat sürecinde hem zehirli hayvanlar hem de her yerde haşerelerden korunarak çok ağır şartlar da çalıştıklarına şahit olduk.
Bir haftayı doldurmadan kahvenin asidinden kaynaklı ellerimiz tahriş̧ olmaya başlamıştı. Orada yaşayan ve çiftliklerde çalışan çoğu kişinin bu şekilde ellerinde böyle yaralar oluştuğunu görmüş̧ olduk.
Kahvenin hasat edildiği rakım seviyesine ilk defa maruz kaldığımda yükselti bizi rahatsız etmişti. Bu doğa şartları içinde çalışmak ve bütün hasat ve işleme süreci içinde olmak benim için unutulmaz bir deneyim oldu. Kahvenin dünyasına girmek ve yaşamak insana farklı bir bakış̧ açısı getiriyor.
Kahve kavururken bir tane bile çekirdek ziyan olunca içten çok üzülüyorum. Çünkü o bir çekirdek için bile ne kadar çok emek verildiğini ve ne çabalarla bize ulaştığını birebir orada yaşadım. Gerçekten çok emek verilen bir süreç.
Edindiğin En Büyük Tecrübe Nedir?
Çok şey yaşadık: En önemli diye ayıramayacağım ama şunu diyebilirim. Bütün süreçleri yaşamak dünyanın farklı yerindeki üretimi ve farklılıkları deneyimlemek çok güzeldi. Ama bu yolculuk aslında bana hiç tahmin etmediğim bir şeyi fark ettirdi.
Yolculukta Türk kahvesini ne kadar sevdiğimi ve ne kadar özlediğimi anladım. Çünkü hep var olan ve tadına alışmış̧ olduğum bir içecek olduğunu fark ettim. Yolculuk sürecinde bir süre sonra kendimizi her gittiğimiz yerde Türk kahvesi ararken bulduk.
En kötü otelde en kötü yolculukta da olsak hep en iyi kahveyi aradık. Bütün özel kahvelere erişimimiz olmasına rağmen bizim damaklarımız da hep bir Türk kahvesi arayışı vardı. Yanımızda buna uygun ekipman olmadığı için gittiğimiz her yerde bir Türk kahvesi soruyorduk.
Hiç tahmin etmediğim bir anda bir rahatlık yaşadım: Avustralya’nın Melbourne şehrine geldiğimizde çok cool bir semtte bir Türk marketini gördük ve gördüğümüze inanamadık: Türk kahvesi ve Cezveler! Orda Mehmet abi ile tanıştık ve bugüne kadar beraber çekildiğimiz fotolar ve anılar duruyor. Bu bizi çok mutlu etmişti.
Bu arada: Avustralya’da aldığımız cezveyi daha sonra Kolombiya’da bizi ağırlayan finca sahiplerine hediye ettik. Hiç Türk kahvesi içmemişlerdi ve kahve üretici olarak çok sevinmişlerdi.
Öğrendiklerim içinde benim için en önemli olan şey Türk kahvesinin benim için ne kadar önemli olduğunu anlamam diyebilirim. Seyahat sürecinde kahvenin üretimini ve bir sürü farklı bilgiyi edindim ama benim için eksikliğini hissettiğim şeyi “Nitelikli Türk kahvesini” öğrenmemiştim.
İnsanlar ‘’Normal bir Türk kahvesi yap, yeter.’’ şekilde tepki gösterdiler. Fakat benim aklımdan geçen soru buydu: Normal bir Türk Kahvesi ne ve gerçekten var mı?
Benim Türkiye’deki ailem ve çevrem büyük ve herkesin kahvesini farklı içtiğini genç yaşta zaten öğrenmiştim. Şekerli veya fazla kavrulmuş kahveleri sevmem, ve buna göre gezimizden sonra artık dünyadaki kahveleri değil de has kendi ülkemdeki kahveleri araştırmak istedim.
Aklımdaki soru: üçüncü nesil Türk kahvesi var mıydı? Ve varsa nerede bulabilirim. Bunun için Türkiye ye geldim ve Atilla Narin gibi değerli isimlerden bunun için eğitimler aldım.
Bu Seyahat Size Neler Kattı?
Bu seyahat süreci bana çok şey kattı: Kahvenin tarihini öğrendim, yapılışını, ekmesini, bakımı, yetiştirmesi, farklı kahve türlerini, mayalanma yöntemlerini, toplamasını, kalite kontrolü, kurutması, paketlenmesi, kargo süreci, kavrulması, tadımı, demleme yöntemleri ve sunumu ne kadar önemli olduğunu öğrendim. Kahve konusunda çok bilgi edindim ve tabi ki de daha çok şey öğrenmem gerek.
Bunu yapabilmek için bir sene boyunca çok fazla fedakârlıkta bulundum. Ailemden işimden kariyerimden ayrı kaldım. Eğer aynı yaşta ve aynı durumda olsam yine yapar mıydın diye sorsalar tereddüt etmeden evet derim.
MYNK‘den ve Etkinliklerinizden Bahseder Misiniz?
Şirket olarak üç konuya çok dikkat ediyoruz. Birincisi kahvelerimizin nitelikli kahve olması ve yeni reçeteler ile imza içecekler üretmek. İkinci dalımız sanatsal ürünlerimiz: Bu ürünler bir taraftan ‘CoffeeOrigins’ konusuna odaklanıyor ve öbür taraftan sanatsal kahve konusuna yakın olan çizimler ve hediyelik ürünlerle birleştirdiğimiz kısım.
Üçüncü ve en yeni dalımız nitelikli Türk kahvesi. Biz kendi kahvemizi kavurmadan ve kendimiz üretmeden bunun mümkün olamayacağını düşünmüştüm ve bir kaç senedir Nitelikli Türk kahvesi üzeri çalışmalarımı sürdürüyorum.
Geçen hafta da bunu gerçekleştirdik: GURBET SERIES ile dört farklı Türk kahve çeşidini müşterilerimize sunuyoruz. Yemen, Etiyopya, Ruanda ve Peru’dan gelen çekirdeklerimiz artık içmeye ve sunuma hazır. Aynı zamanda bütün gereken ekipmanları da (gerçek bakır cezve, stand, kaşık, tas) satıyoruz. Her sattığımız cezvede eğitimi de dahil: Doğru yapılmasına çok dikkat ediyorum.
Geçtiğimiz hafta bir Türk kahvesi atölyesi düzenledik. Çok güzel ve çok büyük bir tepkiyle karşılaştık. İnsanların tepkileri ve geri dönüşleri çok güzeldi ve bu bizi çok mutlu etti. Bu atölye de Türk kahvesinin hikâyesini, kahvenin anlamını ve nerden geldiğini anlatıyoruz bir nevi kültürel elçilik yapıyoruz. Bunun benim için bir şans olduğunu düşünüyorum. İnsanlara gerçek Türk kahvesi deneyimi sunuyoruz ve gelen tepkileri bizim için çok değerli.
Karışımlarınızı Ve İmza Ürünlerinizi Nasıl Hazırlıyorsunuz?
İnsanlar sürekli yeni reçeteleri ve karışımları nasıl bulduğumuzu soruyorlar. Bunun cevabı aslında kahvede değil. Kendi asıl mesleğim olan restoratörlükten gelmekte. Çünkü orda aldığım eğitimde en küçük bir kimyasal veya sıcaklık değişiminin ve karışımın nasıl etkiler yaratabileceğini orada öğrendim ve deneyimledim ve şimdi bu tecrübemi burada kahve işimde kullanıyorum.
Bu benim için çok önemli çünkü her zaman araştırmak ve yeni şeyler keşfetmeyi çok seviyorum ve bunu sevdiğim başka bir şey ile birleştirmek paha biçilmez bir durum.
Ülkemizde Ki Türk Kahvesi Hakkında Neler Düşünüyorsunuz?
Türkiye’ye seyahatlerim sırasında mümkün oldukça her mekânda Türk kahvesi içmeyi ve tatmayı deniyorum. Çoğu mekânda gerçekten Türk kahvesine çok değer verilmiyor gibi. Bu demek değil ki her mekân bu şekilde, çok güzel yapanlar ve çok güzel lezzetler sunan yerlere de denk geliyorum tabi ki. Ama nasılsa yurt dışından arkadaşlarımı ağırladığımda iki seçecekte bulunuyorum: ya sunumu güzel ama acı ve fazla kavrulmuş Türk kahvesi veya da üçüncü nesil kahvecilerde köpüksüz ve önem verilmemiş bir şekilde sunulan bir Türk kahvesini arkadaşlarıma içtiriyorum.
Alıştığımız Türk kahvesi lezzeti nitelikli çekirdekten yapılan nitelikli hazırlanan bir Türk kahvesi olduğu için bu lezzeti bulmak zorlayıcı bir süreç olabiliyor.Ülkemizde bile popüler içecekler Türk kahvesi gibi bir değerimizden çok rağbet görebiliyor ve bu aslında bir yandan üzücü bir durum.
GURBET SERIES konseptimizin getirdiği bir olgu olarak sanatı ve yenilikleri bir araya getiriyoruz. Hem popüler ve cool bir tarzı hem geleneksel tarzı bir araya getirerek bu değerleri yaymak için güzel bir noktada olduğumuzu düşünüyorum.
Türk kahvesi insanlar için belirli kalıplar içinde bir olguya yerleşmiş̧ durumda. Nerede içileceği nasıl içileceği ne zaman tüketilmesi gibi olgulardan bahsediyorum. Türk kahvesinin bu şekilde kalıplara alınmasından biraz rahatsızım ben aslında. Türk kahvesi sahip çıkmamız gereken bir değer. Bunu kalıplaştırarak yayılımını ve bilinilirliğini azalttığımızı düşünüyorum.
Almanya’daki şansımı burada görüyorum: bugüne kadar hiç Türk Kahvesi içmemiş bir insanın damak tadını biz şekillendiriyoruz. Bizden öğrendiklerini uygulayacaklar ve acı veya bitter bir kahve içmeyecekler. Açık kavrulmuş kompleks ve şekersiz bir kahve tadacaklar ve Türk Kahve yolculuklarını bizimle başlayacaklar. Kültür elçileri olarak biz onları yönlendireceğiz.